İstanbul Efsanesi — Bölüm III

Osman Esad
2 min readOct 29, 2017
Eve Ventrue

Roma

Önemli kişinin kapısı çalındı içeri giren rahipti, koltuğunda oturan kişi ayağa kalkıp zamanı sordu “Vakit geldi mi”, “Efendim doğudan gelmesini beklediğiniz misafirler daha gelmediler” “Peki güneye gönderdiğimiz elçiden haber var mı?”, “Evet, bilgiyi tarikat temsilcisi almış”

Güneşin tepede olduğu bir vakte kilisenin büyük meydanında bir kaç grup insan bekliyordu. Herkesin gözü bir bacadan çıkacak olan duman ve rengiydi. Sağda solda sokak satıcıları fırsat kolluyor, bir köşede vaaz veren bir adam etrafında toplanan insanlara alınacak kararların bizleri felakete götüreceğini, şeytanın oyununa gelinmemesi gerektiğin söylüyor ama insanlar ona pek kulak asmıyordu. Bazıları bu yaptığının küfür olduğunu söylüyordu.

Salonda sesler bir yükseliyor bir alçalıyor. toplantı başlamak üzere ancak halen bir iki katılımcı eksiği var. Kapı görevlileri son uyarı için işareti bekliyor.

Sessizlik, gelen kalmadı ve herkes yerini almış büyük kararın verilmesini bekliyor. İşaret geçici temsilci tarafından verildi ve oylama başladı.

Muhafızlar kapıları dışarıdan zincirle kapatarak mührü bastılar ve içerdekiler kaderlerine bırakıldı.

Sicilya

Masanın etrafında yedi adam, üstlerindeki ağırlıktan hepsinin gözlerindeki o sert ifade ile bir birlerini süzüyorlar. Karar çoktan verilmiş ya da karar iletilmiş. Yapmaları gereken sadece son bir ayin kaldı ve sonrası bir muamma. sessizliği bozan asanın yere vurduğu üç tok ses ile toplantı başladı ve kendi kaderlerinin ötesinde bir amaç için seçilmiş bu yedi adam kuzeyden gelecek olan karara değil zaten çizilmiş olan kaderlerine yolculuk için son ayinlerini yapmaya başladılar.

Birbirlerine maskelerinin gözlerindeki deliklerinden bakıyorlardı. Maskenin arkasından nefes alış verişleri sanki gözlerinin buğulanmasına ve daha az nefes almaları gibi nedenlere sebep oluyordu ama asıl sorun buda değildi, ayine başlamadan önce tapınağa giren herkese verilen bir parça ekmekti, ekmek insan zihni ve bedenini gevşetecek etkiye sahip sıvıya batırılıp veriliyordu.

Ayin sırasında kimse gereçekten o işin zevkine varılmadan kutsal bir görevi yerine getiriyormuşçasına yapmasını sağlıyordu. O iş ise birazdan ortaya çıkacaktı. Asa yeniden vuruldu ve bir birine bakan çift delikler simdi sırtlarını döndüler bir tok ses daha ve tekrar birbirlerine ve tapınağın ortasında ki yuvarlak ipek örtü ile kaplı masaya baktılar ve beklenen oradaydı, kutsal saydıkları bakire kadın.

Bakire de ayinden önce ekmek almıştı ama onunki farklı etki yapıyordu, kendini kaptırmış şeklide müziksiz dans ediyor ve anlamsızca saklanıyordu. Bakire kendini sunağın üzerine bıraktı ve gece başladı.

Tunus

Karadan en uzak burunda, limandan ufka baktığınızda, uzaklardan ama bir o kadarda yakın kara parçasında alınmış karar, burada Tunusta bütün geleceğini değiştireceği insanlarının haberi olmadan yaklaşan gücün arkasındaki esintiyi şimdiden hissedebilecek bir havaya büründürüyordu çorak çöl arazinde ki bu kara parçasını. Hiç bir değeri olmayan bu çorak topraklar belki bir kaç fırtınalı gecenin ardından yeşil ama bir o kadarda batak bir çukurun içine çekilecekti. Rüzgar esmeye başlamıştı bile.

--

--