Kapanış

Kare kare bir kapanışın hikayesi.

Osman Esad

--

Kapatıyorum. Dükkanı kapatıyorum ve yoluma bakıyorum. Bir zamanlar tophaneye doğru son otobüsüme yetişmek için koşturduğum o sokağa bakıyorum. Sırtımı dönüp tersine devam ediyorum.

Ara sıra kokoreçiyle göz göze geldiğimiz o yol ağzına doğru ilerliyorum. Bir ara dükkanın karşısındaki kaldırım köşesine biz ve bizim gibi esnaf akşam vakti çöp torbalarını bırakırdı. Onlarda belliki bu durumdan rahatsız elimdeki çöp torbalarını gördüğünde şöyle bir süzer ve içinden saydırırdı. Şimdi artık daha mutludur herhalde çünkü dükkanın tam karşısına üç tane çöp kazanı koydular.

Tam lanet olası taksicilerin kaldırımı ve yolu işgal ettikleri o daracık yerden karşıya geçecekken göz ucuyla Galatayı süzüyorum. Ne kadarda az bakıyorum diyorum bazen. Bazen kafamı hiç kaldırmadan devam edip her gün önünden geçiyorum. Kimiler ise onu görmek için nerelerden yol geliyor.

İlk yol ayrımı kararı. Soldan gidip şöyle bir deniz havası ve balık tutanları kesip o kalabalığın içinden mi gideceğim yoksa sağdan daha sakin sokaktan devam mı?

Bazen soldan devam ediyorum ve güzel manzaralarla beni mutlu ve düşündüren karelere neden oluyor.
Sağdan devam ediyorum.

Gümrük. Adını alan bu sokağında devamında caddeye doğru gelirken güzelde bir restoran var. Her akşam önünden geçerken içeride güzel insanların güzel sohbetleri eşliğinde içtikkeri kadehlerini yine göz ucuyla kesiyorum. Daha önce yine merak edip gittim. Güzel şarap seçenekleri bütçene uygun yemek menüsü, hızlı ve güzel yüzlü bir sevisi vardı. Boşuna dönmüyor o güzel sohbetler orada.

Eminönünden gelen yol. Boş. Ama yinede kırımızı ışık yayalar için yanıyor. Arabalar için bir önemi yok çünkü ışığın renginin. Karşıya, yol boş olsada kontrollü geçiyorum.

Malum sokak. Bileni bilir akşamın o satinde burada ne bulacağını. Çokta derin birşey değil. Bir arkadaşmın değişiyle çokta kibar bir çaycı var bu sokakta.

Tuzlu çayını unutmadık reis.

Tezgahını gecenin ilerleyen saatlerinde caddeye daha yakın tutuyor. Kışın daha geride olup sobasını yakıyor. Kibarca soruyor şekerli mi içersin? Oturmak istersen sana yer ayarlar. Kısaca halini hatrınıda sorduğu olur.

Ne güzel sohbetler ettik.

Mesala şu duvarın üstüne oturabilirsin. Taş soğuksa üstüne oturupta kendini hasta etme diye karton parçası kopartıp verir. Sevdiğinle bir o yana bir bu yana yaslanıp dizlerini büker oturursun. Dertleşirsin. O karton bardaktaki çay o an için en iyi şeydir.

Hadi artık kalkmamız lazım. Otobüsü kaçırmak istemeyiz. Taksiylede gider eve ama daha vakit varken gerek yok taksiye. Durağa ilerleriz. Birazda burada oturalım mı? O bereketli bitmeyen çayla bekleriz 28'i, 28T’yi.

Ayrılık vakti. Sarılırsın. Vedalaşırsın. Güzel günün, güzel sohbetin, güzel arkadaşlığın bir süreliğine sonuna gelinmiştir. Yoluma devam.

Tünel kapalı. Yolumuz uzun. Yürümeye devam.

Bankalar caddesine doğru tırmanışa geçiyorum. Bazen kulağıma müzik aldığım o yokuşa başlıyorum.

Gündüzü ayrı bir hareketlidir buranın. Herkes bir fotoğraf karesinin peşinde kaldırımlar arasında gidip gelir. Gelini, modeli, güzeli, yabancısı, artisti. Aralarından tebessüm ederek geçerim. Düşünerek. Ama şimdi gece. Merkez Bankası önünde kocaman bir köpek bekler. Göz göze gelmek istemezsiniz. Ama kendi derdinde halinde yatar sadece. Gündüz onu orada nadir görürsün. Gece ise bekçisidir o meşhur duvarların.

İşte bir yol ayrımı daha. Işıkçılar dediğim bu sokağa bu yokuşa tırmanmadan önce bakıyorum uzunca. Sonunu ne kadar görebiliyorum. Gündüz bu yolu yokuş aşağı inmesi ne rahat nede zordur. Trafik olur hep. Sağlı sollu dükkanlar mal indirir mal yükler. Kimsede bir şey demez bu trafik ne? Araçlarındaki insanlarda bilir bu sokağın halini. Tırman.

Yine göz ucuyla kesitiğim o grafiti. Kilisenin otopark olmuş boş duvarına yapılmış. Gün içinde ne kadar insan fark ediyor bu resmi diye düşünüyorum gece tırmanırken bu yokuşu.

Yine bir yol ağzı. Yine göz ucuyla kesilen bir Galata. Yokuşuma devam ederken bakıyorum oraya. Ne kadar kalabalık bu gece. Ya da hala bu insanlar bu saatte buralarda ne yapıyor?

Tırmanıyorum az kaldı bitecek diyorum yokuş. Tam düzlüğe gelmeden otoparkın bitişiğindeki o köşeye bakıyorum. Bazı geceler o çöp kutularının yanında bir kadın ve bir kaç küçük çocuk oturmuş yere, kadının çöpten bir şeyler ayıklamasını izliyor. Bende. Devam ediyorum içimden söylenerek. Yalan bunlar, numara…

Anılar. Güzel anılarla dolu. Benim için anlamlı ve değerli bir sokağa giriyorum. Müellif sokak. O bank boş. Ama ne geceler var onun üstünde ki akıldan çıkmasın. Güzel sohbetler, güzel… Devam etmeliyim. Ama bazen kendimce oturuyorum ve soluklanıyorum ve düşünüyorum güzel olanı.

Meşhur. Meşrutiyet caddesi. Şöyle bir ortalıyorum kendimi yola. Gündüz burası ne kadar haretketli. Birde cuma ve haftasonu geceleri. Yoluma bakıyorum.

Göz ucuyla yine ışıkları kesiyorum. Kimler ayakta. Kimler derinlerde. Az kaldı bir kaç adım daha.

Tırman. Bitmedi. Bir gece vardı ki nasıl çıktım bu merdivenleri diye düşünüyorum. Kusmadan, başım dönemeden, yığılmadan atmıştım kendimi. Güç aldığım oluyor bazen ahşap kollarından. Kendimi çekiyorum yukarı. Biraz daha diyorum.

Son. Sona geldim. Yeniden başladğım. Yenileri yaşadığım ve devam ettiğim. Güzel anıları biriktirdiğim ve devam ettiğim o yere vardım.

Kim bilir daha neleri yaşayacağım bu kapanış yolunda.

Her son bir başlangıçtır. Her başlangıçta bir son.

Esenlikle kal.

--

--