Yazıyorum

Bir adamı hatırlayarak.

Osman Esad

--

Bir adam tanıdım adı Hamsun. Bana biraz hikayelerinden bahsetti. Bahsettiği hikayeleri arasında en sevdiğim “Pan” adında ki bir orman korucusu oldu. Ormanlarda geziyor, yabani hayvanların çobanlığını yapıyor, bazı zamanlarda kötü şöhretiylede insanlar tarafından dışlanıyordu, korkuluyordu bu pan adındaki şeyden. Yine bir hikayesinde doğu avrupada zor zamanlar geçiren ve beş kuruş parası olmadan yazarlık yapmaya çalışan genç bir adamdan bahsetti. Bazı geceler parklarda uyuyor, bazen o kadar aç kalıyordu ki ağzına attığı ağaç kabuklarının suyunu emerek günü geçirmeye daha doğrusu hayatta kalmaya çalışıyordu. Çok zor durumda kaldığı bazı günlerde ise üzerindeki ceketin düğmelerini söküp ikinci el eşya alan ucuz bir dükkana bir kaç kuruş için satıyor ve midesine girecek bir şeyler almak içinde pazarlık yapıyordu. Zor zamanlar geçiriyordu hikayedeki bu genç adam.

Tanıdığım bu adamla bir kitapçıda karşılaşmıştım. Uzun süreler rafların arasında dolanıp elime bir iki kitabı aldıktan sonra onları incelemek ve zihnimi açıp notlar almak için aynı yerde bir kahve söyleyip yeşil, ağaçlık ve serin gölgeli bahçesinde yemeklerini ve kahvelerini içen diğer gürültülü insanlardan uzak bir köşeye oturdum.

Kitaplarımı çıkardım. Çevirmeni ne kadarda değerli bir insanmış diye iç geçirdim. Böyle insanları neden daha fazla görmüyoruz. Ya da tanımıyoruz, bir haberiz. Ta ki orada yaşadığını bile bilmediğimiz, yabancı bir ülkede ki başarısını duyduğumuzda fark ediyor ve buruk bir gurur duyuyoruz. Bir anda canımız oluyor.

Dalmış bir kaç not alırken, bana hikayelerini anlatan bu adam yaklaştı. Elinde yeni sardığı sigarasıyla beni gördüğünde “demek fotoğrafta çekiyorsun” sözüyle giriş yaptı. Masaya dağıttığım kitapların yanında birde fotoğraf makinem vardı. Alalı çok olmamıştı. Kendimi sırf sokağa daha rahat atmak için bir bahane olsun, bir amacı olsun diye almıştım. Kullandıkça gelişiyor ve seviyordum sokağın, insanın, günün fotoğraflarını çekmeyi. Bir anı, bir zaman makinesi gibiydi. Hatırlamak istediklerinizi, aklınızın derinliklerinden zorla çekip çıkarttığınız bulanık ve silik anılar yerine anında ulaşabileceğiniz temiz kayıtlar sunuyordu. Duygularıda daha hızlı yaşıyordunuz. Hatırlamak için kendimizi zorladığımız, dakikaları belkide saatleri geçirdiğimiz, üstüne sohbetler çevirdiğimiz güzel zamanları da anılaştıran o hızı belkide elimizden aldı bu alet. Ama hepsinin yeri ve tadı başka.

Sigarasını yaktı. Sarma olunca ve birazda esen rüzgarın etkisiyle, cümlesine başlamak isterken bir kaç kere ateşlemek zorunda kaldı tütünü. Bu arada bir gözüylede masada duran kitaba bakıyordu. “En sevdiğim yazardan biri” dedi. “Çok açık sözlü bir adamdır. Korkusuzca insanları, doğduğu şehri ve hükümeti eleştirir. Severim böyle dilini korkusuzca kalemine aktaran insanları.” Benzer fikirdeydim. Bu yüzden aynı yazarın bir kaç kitabını okumuştum. Bir yazarı tanımak için, onu anlamak, dilini, kalemini tanımak için yapardım bunu. O zaman doğru bir görüşe, hakkında doğru bir kanıya varabilirdim. Ortamda sohbeti döndüğünde daha doğru konuşmak için. Bende ona bunlardan bahsettim. Kaçamak bir cevap vermek gelmedi içimden. Her ne kadar görünüşü diyalog için yeterli gelmesede konun nerelere gelebileceğini kestiremeden düşüncelerimi aktardım. Gerçekten kestiremedim, o da öyle. Bir fotoğraf makinesiyle başlayan giriş ardından sanki ayarlamışçasına masada duran yazar ve sohbetin derinliği bir anda değişmişti.

Sigarası bitmişti, lafın lafı açtığı ama aynı zamanda aynı konu üzerinde fazla durmadan ve birbirimizi sıkmadan bir konuyu ustaca bitirp diğerine geçtik. Böyle sohbetleri bitince anlıyordum ne kadar sevdiğimi. Ayrılması gerekiyordu. Yapacak başka bir işi varmış gibi, hatta zaten buradaymış ve geri dönmesi gerekiyor gibi ayrıldı masadan.

Kahvenin biri bitmek üzereydi. Soğumuştu fincanında ama içtim bu sohbetin üstüne. Biraz kendimi, etrafı dinledim. Yeşili, sarıyı griyi izliyordum. Aklımda kesik kesik bir kaç cümle oluşuyordu. Kafamı açmak için söylediğim kahveden çok sanki bu sohbetle birikenler açmıştı beni. Konuştuğumuz her bir iki kelime kahvenin yaratmasını beklediğim etkiyi yaratmıştı.

Düşünüyordum. Kalem elimde anlamsızca etrafa bakıyordum. Görmüyordum aslında gözümün önündekileri. Duymuyordum etrafımdaki sesleri. Dalıp gitmiştim zihnimdeki anılara, görüntülere ve seslere. Zaman almıştı. Birden solumdan yanaşan çocuk, bittiğinin farkında olmadığım kahve bardağını alırken geri döndüm. Bir kahve daha istedim. Belki bu sefer kendi etkisiyle bir şeyler olurdu.

Yazmaya başladım. Aklımdaki ses kaleme akıyordu. Bir iki sayfa yazmıştım bile. Yanımda kahve vardı. Ne zaman bırakıldığını hatırlamaya çalışırken bekleyen kahvedeki bulanıklıkla ara verip bir kaç yudum aldım. Tekrar yazmaya başladığımda vücudumda bir şeyler iyi gitmiyordu. Omuzlarımdan başlayıp gergin ve zayıf kollarımdan parmaklarımdaki kaslara bir şeylerin iyi gitmediği belliydi. Sabahtan, aceleyle çıktığım bu zamana gelmek için bir şeyler yememiş ama şimid ikinci sade, soğumuş ve ekşimiş bu kahveyi içerken titremeye başlamıştım.

Başlarda satır aralarını ve harflerimi çizerken daha özen gösteriyor ve okunaklı güzel bir görüntü alması için çabalarken şimdi kontrolü kaybetmiş gibiydim. Kuyruklu harflerim uzuyor, satır aralarını kaçırıyor, mesafeleri koruyamıyordum. Birbirine çok bağlı şey vardı önümdeki notların sonunda. Aklımda akan düşünceler gerçekten kağıda yansımıştı. Sona doğru yolunu, dengesini, debisini kaybeden dağınık bir su yolu.

Durdum. Biraz daha kahve yudumladım. Sanki çok iyiydimde. İlk kahveyi daha rahat içerken ikincisi kolay olmuyordu. Sanki akışı yavaş başlayan su, yolunda giderken gittikçe hızlanıyor bulanıklaşıyor ve şiddeti artıyordu. Bazı yörelerde selin geldiğinin işaretiydi bu. Çakıl taşlarından çokta yüksekte olmayan suyun seviyesi gittikçe artar, çamurlaşır, su hızlanır ve dere geliyor denirdi. Ama aklımdaki düşünceleri, kelimeleri durdurmak istemiyordum. Sohbetten kalan bir iki hikayeyide var gücümle not alıp son vermek istedim.

Adı Bernhard olan ve onun gibi piyanist arkadaşlarıyla mücadelesi ve ahlaksızca birbirleri arasında ki rekabet. Ardından emekli bir subayın bir dağ evine yerleşip, yakın köyde yaşadığı karmaşık ilişkileri ve aşkı üzerine olan hikayesi. Belki ardından buraya nasıl ve neden geldiğimi, bu adamla yaşadığımız sohbeti ve şu halimi yazmak için hatırlatıcı bir kaç ipucu içeren, geri dönüp baktığımda ne yazdığımı bana hatırlatan ve belkide suyun akışını yeniden tetikleyecek bir kaç notu, gittikçe kontolümü, görüşümü kaybettiğim ellerime ve parmaklarıma kalemi tutmayı zorlayarak satırları sonlandırmaya çalıştım.

Yeniden dönüp baktığımda. Belkide nerede kaldığımı, aynı heyecanı hatırlmayacak ve yazamayacaktım. Ama faydası olur ve bu ana tekrar geri dönerim umuduyla fotoğraf makinemi elime aldım ve masanın bir iki fotoğrafını çektim. Geri dönüp fotoğrafa bakar belki uzun uzun düşünmeden beni daha hızlı götürür, yeniden yaşatır bu anı ve yazabilirdim.

Son kez soğumuş bardaktaki soğumuş kahveyi yudumladım. Geriye yaslanıp etrafa baktım. Görmeye, duymaya, zihnimi toparlamaya çalıştım. Dizlerimde titriyordu. Kendimi, bulunduğum yeri, oturduğum sandalyeyi ve geçirdiğim zamanı düşündüm. Yola çıkabilir miyim diye düşünüyordum. Ama daha fazla kalamazdım. İyi değildim. Daha kötüsü olmadan kendimi, düşüncelerimi yitirmeden ayrılışa geçiyordum. Zamansız gelişen zamanı ve anıları düşünerek. Bir adamı hatırlayarak.

Esenlikle kalın.

Vaktin varsa burayada beklerim: Zirvedeyim?

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

--

--

No responses yet

Write a response